Allahü teâlâya isyâna sebeb olacak emrlere karşı gelinmez. Ülül-emrin de, kâfirlerin de, böyle emrlerine karşı isyân edilmez. Hükûmete, kanûnlara karşı gelmek, nerde olursa olsun, fitne çıkmasına sebeb olur. Fitneye sebeb olmak harâmdır. Fıkh kitâblarında, ikrâh kısmında ve Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi aleyh”in üçüncü cild, 55. ci mektûbunda, bunun açıklaması mevcûddur. Bir kimse, islâm memleketinde veyâ Dâr-ül-harbde, ya’nî kâfir memleketinde, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” bu emrine uymıyarak, kâfirlere karşı da edebsizlik, taşkınlık yaparsa, onların idârelerine karşı gelerek suç işlerse, günâh işlemiş olacağı gibi, islâmiyyeti ve müslimânları bütün dünyâya karşı barbar olarak tanıtmış olur. İslâmiyyete büyük hıyânet yapmış olur.
Cihâd, (Emr-i ma’rûf ve nehy-i anil-münker) demekdir. Bu cihâd ikiye ayrılır: Birincisi, kâfirlere islâmiyyeti tanıtmak, onları küfr felâketinden kurtarmak demekdir. İkincisi, müslimânlara ilm-i hâllerini öğretmek, onların harâm işlemelerine mâni’ olmakdır. Bunların her ikisi de, üç dürlü yapılır. Birincisi, beden ile yapmakdır. Beden ile ya’nî her dürlü harb vâsıtaları ile cihâd yapmak, islâmiyyetden haberleri olmayarak, başkalarından görmekle veyâ zâlimlerin, sömürücülerin baskıları ve işkenceleri ve aldatmaları ile küfre sürüklenmiş olan zevallılara islâmiyyeti bildirmeğe engel olan diktatörlere, emperyalist güçlere karşı olur. En modern harb vâsıtaları ile dövüşerek, bu zâlim diktatörlerin, emperyalistlerin güçleri, kuvvetleri yok edilerek, bunların pençeleri, baskıları altında inleyen zevallı milletler esâretden, kölelikden kurtarılır. Bunlara islâmiyyet öğretilerek, seve seve müslimân olmaları teklîf olunur. Kabûl etmezlerse, müslimânlarla birlikde islâm dîninin âdil, hürriyyetci ve eşitlik emr eden emrleri altında, müslimânlarla aynı haklara mâlik olarak ve kendi dinlerinin îcâblarını ve ibâdetlerini serbestce yapmak sûretiyle yaşamalarına izn verilir. Bu silâhlı cihâdı, muhârebeyi yalnız devlet yapar. Ya’nî devletin ordusu, savunma kuvvetleri yapar. Devletin emri, bilgisi, izni olmadan hiçbir müslimânın kâfirlere saldırması, eşkıyâlık yapması câiz değildir. Devletin sulh yapdığı kâfirlerden birini öldüren müslimânı, islâm dîni en ağır cezâya çarpdırmakdadır. Görülüyor ki, islâm dîninde, cihâd demek, memleketleri yıkmak, insanları öldürmek demek değildir. İnsanlara islâmiyyeti tanıtarak, kendiliklerinden seve seve müslimân olmalarına çalışmak demekdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve hakîkî müslimân olan islâm devletleri, meselâ Osmânlılar, hep böyle cihâd etdiler. Güçsüz, savunmasız insanlara saldırmadılar.