384

Zemânının kutbu olan Alâüddîn-i Attâr “rahmetullahi aleyh”,[1] bu cezbenin hâsıl olması şartlarını koydu. Bu şartlara (Tarîka-i Alâiyye) denildi. En yakın olan [az zemânda kavuşduran] yolun, Alâiyye olduğu bildirilmişdir.

[Alâüddîn-i Attârın talebesinden olan Ubeydüllah-i Ahrâr “rahime-hullahü teâlâ”, hocasının yolunu yaydığı için (Ahrâriyye) de denildi.]

Muhammed Ma’sûm “rahime-hullahü teâlâ”, ikinci cildin yüzellisekizinci mektûbunda buyuruyor ki, se’âdetin başı, iki şeye kavuşmakdır. Birincisi, Bâtının (ya’nî kalbin) mahlûklara düşkün olmakdan kurtulmasıdır. İkincisi, Zâhirin (ya’nî bedenin) (Ahkâm-ı islâmiyye)ye sarılmakla süslenmesidir. Bu iki ni’mete kavuşmak, tesavvuf ehlinin sohbetinde kolay nasîb olur. Başka yoldan kavuşmak güçdür. İslâmiyyete tam yapışabilmek ve ibâdetleri kolay yapabilmek ve yasak olunanlardan sakınabilmek için, nefsin fânî olması, (teslîm olması) lâzımdır. Nefs, azgın olarak ve âsî olarak ve kendini beğenici olarak yaratılmışdır. Bu kötülüklerden kurtulmadıkça, islâmiyyetin hakîkati hâsıl olamaz. Teslîmden, itmînândan önce, islâmiyyetin sûreti, görünüşü vardır. Nefsin itmînânından sonra, islâmiyyetin hakîkati hâsıl olur. Sûret ile hakîkat arasındaki fark, yerle gök arasındaki fark gibidir. Sûret ehli, islâmiyyetin sûretine, hakîkat ehli de, islâmiyyetin hakîkatine kavuşur. Avâmın (ya’nî câhillerin) îmânına (Îmân-ı mecâzî) denir. Bu îmân, bozulabilir ve yok olabilir. Havâsın (ya’nî hakîkat ehlinin) îmânları zevâlden ve halelden mahfûzdur. Nisâ sûresinin yüzotuzbeşinci âyetinde, (Ey îmân edenler! Allaha ve Onun Peygamberine îmân ediniz!) meâlindeki emr, bu hakîkî îmânı göstermekdedir.

Muhammed Ma’sûm “rahime-hullahü teâlâ”, üçüncü cildin onaltıncı mektûbunda buyuruyor ki, câhillerin, (Herşey odur. Allah kelimesi, herşeyin adıdır. Zeyd isminin bir insanı göstermesi gibidir. Hâlbuki, her uzvunun ayrı ismleri vardır. O hâlde Zeyd, nerdedir? Hiçbir yerde değildir. Allahü teâlâ da, her varlıkda görünmekdedir. Bunun için, herşeye Allah demek câizdir. Bu varlıklar bir görünüşdür. Bunlardaki yok olmak da, bir görünüşdür. Hakîkatde yok olan birşey yokdur) gibi sözleri, bir varlığa inanmağı değil, çok varlığı göstermekde olup, tesavvuf büyüklerinin bildirdiklerine uygun değildir. Bu söz, Allahü teâlâyı, madde âleminde göstermekdedir. Ayrı bir varlık değildir demekdir. Allahü teâlânın varlığında ve sıfatlarının varlıklarında, mahlûklarına muhtâc olduğunu göstermekdedir.

[1] Alâüddîn-i Attâr Muhammed 802 [m. 1400] de Buharâda vefât etdi.

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.