Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak ve kurb derecelerinde ilerlemek, ancak sünnete [ya’nî Resûlullahın yoluna] yapışmakla olur. Âl-i İmrân sûresinin otuzbirinci âyeti olan, (Onlara de ki, Allahı seviyorsanız, bana tâbi’ olunuz! Allah da sizi sever) meâlindeki emr, bu sözümün vesîkasıdır. [Hadîs-i şerîfdeki sünnet kelimesinin islâmiyyet, ya’nî bütün ahkâm-ı islâmiyye demek olduğunu bu âyet-i kerîme açıkca göstermekdedir.]
Bid’atden çok sakınmalıdır. Bid’at sâhibi ile arkadaşlık etmemeli, onunla görüşmemelidir. [Ya’nî i’tikâdı bozuk olan müslimânlarla, mezhebsizlerle ve bid’at işliyenlerle konuşmamalıdır. Meselâ, sakalı bir tutamdan kısa yapanın, sakal bırakmak sünnetini yerine getirdiğini söylemesi, bid’atdir. Çünki, (sakalı çok uzatmak) emr olundu. Bu emrin, bir tutamdan kısa yapmayınız demek olduğu (Berîka)da ve başka kitâblarda yazılıdır. Bir tutam demek, sakalı alt dudak kenârından avuçlayıp, avuçdan taşan fazlasını kesmekdir. (Bid’at), emr olunmıyan şeyi veyâ emri değişdirerek, ibâdet olarak yapmak demekdir. Emri yapmamak, bid’at olmaz. Fısk, günâh olur. Fâsık, ibâdet yapdığına değil, suçlu olduğuna inanmakdadır. Özrsüz sakal kazımak, bid’at değildir, fıskdır, suçdur. Özr ile kazımak, fısk da değildir. Bid’at işlemek, en kötü fıskdır. Adam öldürmekden de dahâ büyük günâhdır. Hoparlör ile ibâdet yapmak, çalgı ile, ney ile Kur’ân, salevât, ezân ve ilâhî okumak ve böyle zikr yapmak da bid’atdir. Ba’zı bid’atler, küfre sebeb olurlar. Bid’at işliyen ve başkalarının işlemesine sebeb olan kimseyi din adamı sanmamalı, ona birşey sormamalı, onun din kitâblarını okumamalıdır.]
Hadîs-i şerîfde, (Bid’at sâhibleri, Cehennemdekilerin köpekleridir) buyuruldu.
Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî “rahime-hullahü teâlâ” ikinci cildin yüzonüçüncü mektûbunda buyuruyor ki: Kalb ile yapılacak vazîfeler beş çeşiddir: Birincisi, Allahü teâlânın ismini zikr etmekdir. İnsanın yüreğinde kalb [gönül] denilen bir latîfe vardır. [Latîfe, maddesi olmıyan, cism olmıyan şey demekdir. Rûh da bir latîfedir.] Sessiz olarak, hayâl ile kalbde Allah, Allah denir. İkinci vazîfe, yine hayâl yolu ile Kelime-i tevhîdi zikr etmekdir. Her iki zikrde de hiç ses çıkarılmaz. Üçüncü vazîfe, (Vukûf-i kalbî)dir. Bu da, hep kalbini düşünüp, Allahdan başka, hiçbir şey hâtırlamamak için dikkatli olmakdır. Kalb denilen latîfe hiç boş kalamaz. Mahlûkların düşüncelerinden temizlenen kalb, kendiliğinden Allahü teâlâya teveccüh eder. [Boşaltılan bir şişeye havanın kendiliğinden dolması gibidir.] (Kalbini düşmandan boşalt! Dostu kalbe çağırmağa lüzûm kalmaz) demişlerdir. Dördüncü vazîfe, (Murâkaba)dır. Buna(Cem’ıyyet) ve (Âgâhî) de denir.