Nübüvvet kemâllerinde, böyle uygunsuz işler de kalmaz olur. (Şeytânım müslimân oldu)hadîs-i şerîfi, bu hâli bildirmiş olabilir. Çünki, insanın dışında şeytân olduğu gibi, içinde de vardır. Fazla enerji insanı azdırır. Kendini beğendirir. Bu ise, fenâ huyların en kötüsüdür. Bunun müslimân olması, bu kötülüklerden kurtulmasıdır. Peygamberlik kemâlâtında, hem kalbin, hem nefsin îmânı, hem de bedendeki maddelerin düzeni ve dengesi vardır. Nefsin tâm itmînâna gelmesi, bedendeki madde ve enerjinin dengeye gelmesinden sonradır. Bu itmînândan sonra, artık kötülüğe dönemez. Bütün bu üstünlükler, hep islâm dîninin üstüne kurulmakdadır. Ağaç ne kadar dallanır, meyvelenirse, yine köksüz olamaz. Her üstünlükde Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uymak lâzımdır. Ellinci mektûbdan terceme burada temâm oldu.
Görülüyor ki, vehhâbî kitâbının yazarı, tesavvufdan haberi olmadığı için, Evliyâ-i kirâma “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” dil uzatıyor. Onları islâm dîninin dışında sanıyor.
2-(Feth-ul mecîd) vehhâbî kitâbının kırksekizinci ve üçyüzkırksekizinci sahîfelerinde,(Ameller, ibâdetler îmândandır. İbâdet yapmıyanın îmânı gider. Îmân azalır ve çoğalır. Şâfi’î ve Ahmed ve başkaları bunu sözbirliği ile bildiriyorlar) diyor.
İbâdetin vazîfe olduğuna inanmak îmândandır. İnanmak başkadır. Yapmak başkadır. Bunları birbirlerine karışdırmamalıdır. İnandığı hâlde, tenbellikle yapmıyan kâfir olmaz. Kitâbın yazarı, bu yüzden milyonlarca müslimâna kâfir damgası basmakdadır. Bir müslimâna kâfir diyenin kendisi kâfir olur ise de, te’vîl ile söyliyen kâfir olmuyor.
Meşhûr (Emâlî kasîdesi)[1] kırküçüncü beytinde diyor ki, (Farz olan ibâdetler, îmândan sayılmaz). Bu kasîdenin (Nuhbet-ül-leâlî) ismindeki arabî şerhi çok kıymetlidir. 1975 de İstanbulda (Hakîkat kitâbevi) tarafından basdırılmışdır. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, ameller îmândan parça değildir buyurdu. Îmân, inanmak demekdir. İnanmakda azlık çokluk olmaz. İbâdetler, îmân olsaydı, îmân azalıp çoğalırdı. Gözden perde kalkıp azâb görüldükden sonra olan îmân kabûl olmaz. O ânda, îmân ile gidenlerin îmânları ancak kalb iledir. İbâdetler yapılamaz. Âyet-i kerîmede buna îmân denildi. Âyet-i kerîmelerde, îmânı olanlara, ibâdet yapmaları emr ediliyor. Bundan da, îmânın ibâdetden başka olduğu anlaşılmakdadır.
—
[1] Bu kasîdenin müellifi Alî Ûşî 575 [m. 1180] de vefât etdi.