● Bedenlerin uzaklığı, kalblerin uzaklığına sebeb değildir. 4/175.
● Ba’zı âyet-i kerîmelerin te’vîlleri. 4/52
● Bekânın hâsıl olmasında yorulma ki, tâm fenâdan sonra, uğraşmaksızın, fadl ve ihsân ederek, bekâ ile müşerref kılarlar. 6/38
● Bekâ, ilâhî ismlerin ve cilvelerin sâlikde görünmesidir. 4/50. [Hak Sözün Vesîkaları: 328, Kıyâmet ve Âhıret: 161.]
● Bekâ ve fenâ dâimîdir. Aynı fenâda bâkî, aynı bekâda fânîdir. 4/154
● Bekâ-yı zâtî ile müşerref olan bir ârif-i kâmil, cemâlini merâyâ-ı âlemde [âlem aynalarında], müşâhede eder. Âlem onun zuhûr yeri ve tafsîlidir. Zâtı, efrâd-ı âlemde sârî olup [âlemde bulunan herşeyde sirâyet edip], külli eczâsını [bütün cüzlerini] ihâta eylediği gibi, bütün âleme de muhît olur. 4/139.
● Bekâ, vilâdet-i sâniyedir ki, vücûd-i mevhûmdan [Bekâ, ikinci bir doğuşdur ki, mevcûd-i mevhûmdan kurtulup] münhali’ olup, vücûd-ı mevhûble [ihsân olunmuş bir vücûd ile] mevcûd olmakdır. 6/161
● Belâ, sevenin matlûbdan başkasına iltifât etmesine mâni’ olup, mahbûba götüren [ulaşdıran] kemend-i mahbûbdur. 4/54
● Beldeler, menziller ve köylerin acâibi ve garâibi vardır. Hânenin sâhibinin hâneye özel yakınlığı vardır. Ve komşuluk hakkı vardır. Ve onun berekâtından nasîblenmek gerekdir. 6/194
● Belâlar ondan ve def’i dahî ondandır. Ve herbirinin muayyen vakti vardır ki, takdîm ve te’hîri mümkin değildir. Her ecel için yazılmış bir kitâb [vakt] vardır. Izdırâb fâidesizdir. 5/42 [Hak Sözün Vesîkaları: 339.]
● Bende-i makbûl [makbûl kul] o kimsedir ki, devâm-ı zikr ile vasflanmış ola [devâmlı zikr ile vasflanmışdır.].