● Enbiyâya uyan, onların risâletini tasdîkden sonra, erbâb-ı istidlâlden olur. [Peygamberleri taklîd ederek hâsıl olan îmân, îmân-ı istidlâlîdir. O büyükleri taklîd eden kimse, Peygamberlerin bildirdiği herşeyin doğru olduğunu aklı ile, düşüncesi ile anlamışdır.] Ve bu taklîdi, aynı istidlâldir. Meselâ bir insan, bir şeyin aslını istidlâl ile isbât eylese, o asldan neş’et eden fürû’ dahî, o istidlâle müstenid olup, cemi’ fürûun isbâtında müstedil (istidlâl) olmuş olur. 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]
● İnsana lâzım olan, ehl-i sünnetin gerekdirdiği gibi îmânı düzeltmek, ikincisi, ahkâm-ı islâmiyye-i fıkhıyye mûcibince amel. Üçüncü, sülûk-ı sofiyye-i tarîkat-ı aliyyedir. Buna muvaffak olan, büyük bir kurtuluşa nâil olur, kavuşur. Bunu yapmıyan kimse, açık (kesin) bir hüsrâna vâsıl olur. 3/34 [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]
● İnsanın yaratılmasından maksad, yağlı ve lezîz yiyecekler, güzel ve nefis elbiseler, mal ve mülk toplamak, ni’metlenmek, oyun ve eğlence değildir. Yaratılmasından maksad, Allahü teâlâya karşı gönlü kırık, boynu bükük olmak ve yalvarmak içindir. 1/206 [Mektûbât Tercemesi: 243.]
● İnsan irâde ve ihtiyârı ile işlerini kesb eder [çalışır]. Halk etmek (işleri yaratmak) Allahü teâlâya mensûbdur. (Allahü teâlâ yaratır). 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● İnsan kendi fi’line kasd [niyyet] eyledikden sonra, Hak teâlânın halk etmesi, o fi’le te’alluk eder. Bu iş, kulun irâdesini sarf ederek hâsıl olduğu için, medh ve zem ve sevâb ve cezâ insana âid oldu. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● İnsan halîfe-i rahmândır. Zîrâ sûret-i şey halîfe-i şeydir. “Allahü teâlâ, Âdemi kendi sûretinde yaratdı.” 1/287 [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● İnsanda iki şey vardır ki, arşda yokdur. Biri, hey’et-i vahdânî (insanda bulunan on şey), diğeri şuûru nûrun alâ nûrdur. 2/11.