O büyük zât, imâmdan bu sözleri işitince çok üzülüp ve mahzûn olarak kalkıp, yoluna gider. Bir seneden sonra yine yolu Şâm şehrine uğrar. Tekrâr o mescide varıp, sabâh nemâzını kılar. Nemâzı kıldıkdan sonra, imâm olan kimse, arkasını mihrâba dönüp, O serverlerin [Ebû Bekr, Ömer, Osmân “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin] büyüklüklerinden bahs etmeğe, onları medh etmeğe başlar. O büyük zât, cemâ’atden birine süâl eyler ki, bu imâm geçen sene o serverlerin şânlarına uygunsuz sözler söyledi. Şimdi de medh ve senâ eyledi. Sebebi nedir. O müslimân dedi ki, evvelki imâmı görmek ister misin. O büyük zât dedi, görmek isterim. O da önüne düşüp, bir odaya girdiler. Gördü ki, bir siyâh köpek, boynundan zincir ile bağlı, yatar. O büyük dedi ki, bu kelb [köpek] nedir. O müslimân dedi ki, geçen seneki imâm budur. O din büyüklerine hâşâ, uygunsuz sözler söylerdi. Bir gün arkasını mihrâba dönüp, kötü âdeti üzere kötü sözler söylerken, değişip, bu sûrete girdi. O büyük yanına varıp, sen geçen seneki imâm mısın. O da eli ile başına işâret edip ve gözlerinden yaş akıtdı. Bu büyük de, Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine şükr edip, işte cezânı buldun, dedi.(Şevâhid-ün nübüvve)den terceme olunmuşdur.
Onaltıncı Menâkıb: Gâzîlerden biri rivâyet eder. Bir gazâda, cemâ’at ile gazâya giderken, aramızda Benî Temîmden Ebû Hayyân nâmında bir kimse vardı. O serverlerin haklarında uygun olmıyan çirkin sözler söylerdi. Hepimiz o mel’ûna nasîhat ederdik. Fâide etmeyip, uslanmazdı. Yolda bir hâkim var idi. Yolumuz ona uğradı. Hâdiseyi hâkime açıkladık. Hâkim bize dedi ki, o kimseyi benim yanımda bırakın. Mümkindir, onu ıslâh edeyim. Bir zemândan sonra yola müteveccih olup, giderken, o bedbahtı gördük ki, arkamızdan yetişdi. O mel’ûn kişiye hâkim hil’at giydirip, bir at bağışlamış. Ardımızdan yetişdi. Bize eziyyet vermek maksadı ile yine o serverlere uygunsuz sözler söylemeğe başladı. Bize karşı, ey Allahın düşmanları, beni nasıl buldunuz, dedi. Biz de dedik ki, ey bedbaht ve nasîbsiz kimse, bizden uzak ol. Yanımızda yürüme. Tâ ki senin nasîbsizliğin bize de bulaşmasın. Hepimiz üzerine yürüdük. Kovduk. Bizden uzak yürüdü. Mel’ûn, kazâ-i hâcet sebebi ile, yoldan sapıp, bir yerde otururken, kızıl arılar üzerine hücûm etmişler.