Kıyâmet günündeki, o havuzdan çok hayr ve fâide görülse gerekdir. O havzın adı Kevserdir. O havzın sâkîleri, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn ve Aliyyül Mürtedâ“radıyallahü teâlâ anhüm” hazretleridir. O havzın eni magrib ile meşrık arası kadardır. Uzunluğu gök ile yer arası kadardır. Onun çanakları ve kadehleri, ibrikleri ve maşrapalarının sayısı, yıldızlar adedince, beşyüz senelik yol boyunca güzel bir şeklde dizilmiş. Her [âhıret] şerâbı içici, bu bardaklar, kadehler, ibrik ve maşrapalar ile içer. Üzerlerinde kudret-i ilâhî ile bütün[mü’minlerin] ismleri yazılmışdır. Her yer bir cevherden ve her kadeh bir bakırdan, her cam bir heykelden, her kadeh bir sûretden, her ibrik bir hilkatdendir. O havzın dibinde taş parçaları ve kum yerine kırmızı yâkut ve yeşil zeberced vardır. O çakıl taşlarının altında çamur yerine, kokucu misk ve çamurun altında yer ve toprak yerine güzel kokulu kâfûr, her tarafı nûr üzerine nûr, sürûr üzerine sürûrdur. Etrâfında za’ferân kubbeleri, mercân incisi çadırları, her yerde renk renk döşekler döşenmiş, her yerde tahtlar ve istinât yerleri koyulmuş. O havzın şerâbı sütden beyâz ve baldan tatlı, kardan soğukdur. Dünyâda olan her güzel kokudan dahâ güzel kokusu vardır. Âb-ı hayâtdan ziyâde hazm olucudur. Her kim o havuza dalsa, boğulmaz. İstese ki o havuzdan bir dağ kadar su götürebilir. Gücü yeter, za’îflik yokdur. Her kim ki, onun şerâbından bir katre tatsa, başından ayağına kadar bütün ağrılardan, dertlerden, hastalıklardan kurtulur. Hiç susamaz. Korkudan emîn olur. Kim ki bir katrenin kokusunu o havz-ı kevserden alsa, bütün insanların ve kokuların ve ferâhlığın aslını ve fer’ini, o kimse cânında ve teninde işitir. Menba’ı [kaynağı] ve yolu Tûbâ ağacının kökündedir. Aslı sidret-ül müntehâdandır. Dört ırmakdır, dört tarafından gelir. O ırmaklar birbirine mülâkat etdikden sonra, havz-ı kevsere gelir. Biri su ırmağı, biri süt ırmağı, biri şerâb ırmağı, biri bal ırmağı. Su ırmağı Ebû Bekr tâli’ine, süt ırmağı Ömer-ül Fârûk tâli’ine, şerâb ırmağı Osmân-ı Zinnûreyn tâli’ine, bal ırmağı Aliyyül mürtedâ tâli’ine “radıyallahü teâlâ anhüm” akarlar. Bir şerâb ki, hem simâ’ eder, hem cemâl verir, hem kuşlar gibi uçar, pervâz eder [döner], hem ma’şuklar ve dilberler gibi işve ve naz eder. İçenler ile söyleşir. Onda her vakt tavus var, ve arûs [gelin] var. Kuşlar var.
- 438 -