Yirmiüçüncü Menâkıb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Dîni pâk ve muvahhid her mü’min hâlis kalb ile (Bismillâhirrahmânirrahîm) söylese, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, ondan dolayı Cennetde kırmızı yâkutdan bir şehr binâ eder. Her şehrde, zebercedden bin kasr, her kasrda bin serây, her serâyda bin hâne, her hânede bin taht, her tahtda sündüsden ve harîrden [ipekden] bir döşek. Her döşeğin üzerinde bir hûrî, ayağından beline kadar anber, belinden gerdânına kadar, beyâz kâfûrdan, gerdânından başına kadar nûrdandır. Alnına Ebû Bekr-i Sıddîk, sağ yanağına Ömer-ül Hattâb, sol yanağına Osmân bin Affân, çenesinde Aliyyül Mürtedâ, dudaklarına (Bismillâhirrahmânirrahîm yazılmışdır.). Mutî’ ve muhlis olanların hepsi, ömürlerinde dilleri ile bir kerre besmele söylese, onun kurtulmasına ve halâsına sebeb olur. Nerede kaldı ki, gece ve gündüzde farz ve nâfile nemâzlarda mü’minler besmele okurlar. Gâfil olmayıp, âgâh olanlar, her işlerinin başında besmele okurlar.
Yirmidördüncü Menâkıb: Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin rivâyet etdiği bir hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Cebrâîl aleyhisselâmdan işitdim, dedi ki: Rabbil’âlemîn, Muhammedin “aleyhisselâm” nûrunu yaratdıkdan sonra [akabinde], bir kandil halk etdi. O kandili Arş-ı azîmin altına asdılar. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin nûru o kandilin etrâfında iki bin sene ibâdet etdi. Ondan sonra dört katre su o kandilden damladı. Medîne-i münevvereye düşdü. Emr geldi ki, yâ Cebrâîl o toprağı kaldır. Bir şemâme yap. Ben de yapdım. Buyruk geldi ki, o şemâmeyi Rıdvânın önüne ilet. Onu kâfûr ve anber ile, misk ve za’ferân ile yoğursun. Rıdvânın yanına iletdim. O şemâmeyi yoğurdu. Ondan sonra buyruk geldi ki, yâ Cebrâîl! Bu kâfûr ve anber, misk ve za’ferân ile yoğrulan çamuru, rahmet deryâsına daldır. Götürdüm, rahmet deryâsına daldırdım. Bin sene orada kaldı. Buyruk [emr] geldi ki, yâ Cebrâîl! Şimdi, rahmet deryâsından onu çıkar. Heybet deryâsına ilet [götür]. Heybet deryâsına götürdüm. Bin sene de orada kaldı. Emr geldi ki, çıkar, hayâ deryâsına daldır. Ben de hayâ deryâsına daldırdım. Bin sene de orada kaldı. Emr [buyruk] geldi: Temâm oldu mu dedi. Temâm oldu, dedim. Her şeyi en iyi şeklde Sen bilirsin, dedim. Emr geldi ki, ondan çıkar, ilm deryâsına götür. Ben de çıkarıp, ilm deryâsına götürdüm.