Kalabalığın arasından geçip Resûlullaha iyice yaklaşmak istedim. Oradakiler bana biraz uzakda dur dediler. Beni bırakınız, Resûlullaha iyice yaklaşayım. Zîrâ bana Ondan dahâ sevgili kimse yokdur, dedim. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, yaklaş, buyurarak, beni huzûruna çağırdı. Mubârek dizlerinin dibine oturdum. Ey Vâbesa. Hayr ve şerden herşeyi sormak için geldin değil mi buyurdu. Evet yâ Resûlallah dedim. Mubârek parmaklarını göğsüme koydu ve “Ey Vâbesa, kalbinden fetvâ iste! Kalbine gelen şey iyi ise kalbin sükûnet bulur. Kalbinde tereddüt ve çarpma olursa o şey kötüdür, günâhdır. Sana başkaları fetvâ verseler bile sen kalbine bak!” buyurdu.
• Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında iki kişi vardı. Birisi sohbetlere devâmlı gelirdi. Diğeri ise sohbetlere az gelir ve iyi ameli de az görülürdü. Sohbetlere devâmlı gelen kimse, bir gün Resûlullaha kıyâmet ne zemân kopacakdır diye sordu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” “Kıyâmet için ne hâzırladın” buyurdu. Allahü teâlânın ve Resûlünün muhabbetini hâzırladım, dedi. Resûlullah ona, “Sen sevdiklerinle berâber olacaksın ve senin için hesâb yokdur”, buyurdu. Sohbetlere az gelen kimse vefât etdi. Resûlullah, “Biliyormusunuz, Allahü teâlâ o kişiyi Cennete koydu” buyurdu. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” hayret ederek birbirlerine bakışdılar. Bu hâli o şahsın hanımına, yine hayretlerini belirterek söylediler. Hanımı şöyle dedi: Kocam her ezân okunduğunda, müezzin Lâ ilâhe illallah deyince, “Allahdan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Her şehâdet edene, Allahü teâlânın kâfi geleceğine inanırım” derdi. Müezzin, Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah deyince de: “Her şehâdet eden gibi şehâdet ederim. Bu îmânım bana kâfidir” derdi. Bu sözleri duyanlar, Resûlullahın huzûruna döndüklerinde, dahâ onlar bir şey söylemeden, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, o kimsenin hanımının anlatdıklarını söyledi ve Allahü teâlâ onu, bu sebeble Cennete koydu, buyurdu.
• Ukbe bin Âmir el-Cühenî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: