Onların ibâdetleri yapıp yapmadıklarına, islâm dîninin ve tesavvufun âdâbına ri’âyet edip etmediklerine bakmazlar. Böyle i’tikâddan Allahü teâlâya sığınırız.
Ma’nevî kerâmetlere gelince, onları ancak Allahü teâlânın seçilmiş kulları bilir. İslâmiyyetin emrlerine tam uymak, ma’rifet-i ilâhiyyeye kavuşmak, hayrlı işlere koşmak, üzerine vazîfe olan şeyleri yerine getirmekde gayretli olmak, güzel ahlâk sâhibi olmak, kalbden kin, hased, kötü düşüncelerin ve diğer kötü huyların gitmesi, elinde olanı vermek, benliği terk, Allahü teâlâya karşı vazîfeleri yerine getirmek, alıp verdiği nefeslerde gafletden uzak olmak gibi hâller de ma’nevî kerâmetlerdir. Bunlarda mekr ve istidrâc bulunmaz. Bunların hepsi ahde vefâyı ve maksadın doğruluğunu ve kazâya rızâyı gösterir. Böyle olan kimselerle mukarreb melekler berâber olurlar.
Avâmın bildiği ve kerâmet olarak gördüğü şeylerde gizli mekr bulunabilir. Şâyet bunlar kerâmet ise, netîcesinin istikâmet veyâ istikâmete sebeb olması îcâb eder. Yoksa kerâmet değildir. Netîcesi istikâmet olunca, amellerden tad almak, ibâdetlerin mükâfatına ve amellerin netîcesine kavuşmak mümkindir. Eğer bir kimse, kendisinden kerâmet meydâna gelmesini isterse, âhıretde hesâba çekilebilir.
Hissî kerâmetlerden hiçbiri, kerâmet-i ma’neviyyeye dâhil değildir. Bu sebeble Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü anhüm ecma’în” hissî kerâmetler çok bildirilmemişdir. Fekat, ma’nevî kerâmetleri çok bildirilmişdir. Bu husûsda Evliyâyı kirâm onların derecesine ulaşamamışdır. Hattâ onlar, Eshâb-ı kirâmın vilâyet kandillerinden feyz almışlardır.
Evliyânın kerâmeti hakdır. Hak olduğu Kur’ân-ı kerîmde bildirilmekdedir. Allahü teâlâ [Âl-i İmrân sûresi 37.ci âyetinde meâlen] (… Zekeriyyâ ma’bedde onun yanına her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. Ey Meryem! Bu sana nereden geldi, dedi. O da, bu Allah tarafındandır. Çünki, Allah dilediğine sayısız rızk verir, dedi.) buyurdu.