Bakdı ki, hazret-i Ömer “radıyallahü anh” başının altına bir kerpiç koymuş, toprak üzerinde uyuyordu. Elçi bu hâli görünce, doğuda ve batıda herkes bu kişiden çekiniyor. Bunun hâli ise böyledir diye çok hayret etdi. Sonra burası tenhâ bir yer, bunu öldürürsem kimsenin bundan çekinmesi kalmaz, diye kalbinden geçdi ve kılıcını çekdi. O ânda Allahü teâlâ yerden bir aslan çıkardı. Elçi şaşırıp korkusundan kılıcını yere bırakdı. O sırada hazret-i Ömer uyandı. Aslanı görmemişdi. Elçiye ne olduğunu sordu. O da durumu anlatdı ve müslimân oldu.
• Hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” şehîd olduğu gün yeryüzünü öyle bir karanlık basdı ki, çocuklar annelerine, kıyâmet mi kopdu diye sorarlardı. Anneleri, çocuklara hâyır, Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” şehîd oldu, dediler. Hazret-i Ömerin şehîd olduğu gün şu ma’nâdaki beytler işitildi. Fekat söyliyen görünmedi:
Eğer islâm üzere ağlıyorsa, ağlayan ağlasın,
Neredeyse helâk olmak üzere idiler, ey geçmiş zemân.
Geride kaldı dünyâ ve ondaki hayrlar,
Dünyâdan yüz çevirdiler va’de inananlar.
Sana cinnin kadınları içden ağlıyorlar,
Dinarlar gibi yüzlerini tırmalıyorlar.
Hâdiselerden sonra hep siyâh giyiyorlar.
Şu ma’nâdaki beytleri de, şehîd olmasından üç gün sonra yine cinnîler okudular:
Allah hayrlarla karşılaşdırsın hâtırına emîrin,
Onun kudreti ne yücedir, her zerresinde yer yüzünün.
Kim binerse deve kuşunun kanatlarına,
O zemân ulaşabilir elden kaçan hayra.
• Şeyhaynın, ya’nî hazret-i Ebû Bekrin ve hazret-i Ömerin “radıyallahü anhümâ” kerâmetlerinden biri de, kendilerine dil uzatan, edebsiz sözler söyliyen râfizîlerin başlarına çeşidli belâların ve cezâların gelmesidir.