• Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” Berâ bin Âzibe “radıyallahü anh”, oğlum Hüseyni “radıyallahü anh” şehîd edeceklerdir. O zemân sen hayâtda olacaksın. Ona yardım etmeyeceksin, buyurdu. Hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” şehîd oldu. Berâ bin Âzib “radıyallahü anh” Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî doğru söyledi. Hazret-i Hüseyn şehîd edildi. Ben ona yardım etmedim, dedi. Pişmânlık duydu.
• Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî bir yolculuğunda Kerbelâya uğradı. Sağına soluna bakıp ağladı ve geçdi. Burası onların develerinin çökdürüleceği yerdir ve katl olunacakları makâmdır, dedi. Yanında bulunan Eshâbı, ey Emîr-el mü’minîn! Burası neresidir, diye sordular. Burası Kerbelâdır. Burada bir kavm öldürülecekdir. Onlar hesâbsız Cennete gireceklerdir, buyurdu. O sırada bu sözün ma’nâsını anlayamadılar. Ancak Kerbelâ vak’ası olup, hazret-i Hüseyn şehîd edilince anlaşıldı.
• Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Kûfeden asker istemişdi. Epeyce i’tirâzlardan sonra gönderdiler. Askerler gelmeden önce, hazret-i Alî “radıyallahü anh” oniki bin kişi geliyor buyurdu. Eshâb-ı kirâmdan biri demişdir ki, askerlerin geçdikleri yere durdum. Teker teker saydım. Tam onikibin kişi idiler.
• Sıffîn harbine giderken, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” askerlerinin bir konak yerinde suya ihtiyâcı oldu. Her ne kadar sağa sola koşuşdurdular ise de, su bulamadılar. Hazret-i Alî, Eshâbını yoldan biraz sapdırdı. Çölde bir kilise göründü. Kilisede bulunanlardan su sordular. Buradan iki fersâh uzakda su var, dediler. Eshâbı, hazret-i Alîye, izn verirsen gidelim, herhâlde tâkatımız tükenmeden suya ulaşırız, dediler. Hazret-i Alî oraya gitmeğe lüzûm yokdur, dedi. Sonra katırını kıbleye doğru çevirdi. Bir yere işâret ederek, burayı kazın buyurdu. Biraz kazdılar, büyük bir taş çıkdı. Taşı bir dürlü sökemediler. Hazret-i Alî, su bu taşın altındadır. Gayret edin kaldırın, dedi. Çok uğraşdılar. Fekat taşı kaldıramadılar. Hazret-i Alî bu hâli görünce katırından indi. Kollarını sığadı.