Yimeleri, içmeleri yokdur. Evlenmezler. Erkek, dişi değildirler. Çocukları olmaz. Kitâbları ve sahîfeleri, onlar getirmişdir. Emîn oldukları için, getirdikleri de doğrudur. Müslimân olmak için, meleklere, böyle inanmak lâzımdır. Doğru yolda bulunan âlimlerin çoğuna göre, insanların yükseği, meleklerin yükseğinden dahâ üstündür. Çünki insanlar, şeytân ve nefsleri ile savaşıyor. İhtiyâcları olduğu hâlde yükseliyor. Melekler ise, zâten yüksek yaratılmışlardır. Melekler, tesbîh, takdîs ediyorsa da, buna cihâdı da katmak, insanların yükseklerine mahsûsdur. Nisâ sûresi, doksandördüncü âyetinde meâlen, (Mallarını, canlarını fedâ ederek din düşmanları ile, Allah rızâsı için cihâd eden müslimânlar, oturup, ibâdet edenlerden dahâ üstündür. Hepsine de, Cenneti söz veriyorum) buyuruldu.
Muhbir-i sâdıkın [ya’nî hep doğru haber verici] “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” kabr ve kıyâmet hâllerinden, Haşrdan [kabrden kalkınca arasât meydânında toplanmak] ve Neşrden [hesâbdan sonra Cennete, Cehenneme dağılmak], Cennetden, Cehennemden haber verdiği şeylerin hepsi doğrudur. Âhırete inanmak, Allahü teâlâya inanmak gibi, îmânın şartıdır. Âhıreti inkâr eden, Allahü teâlâyı inkâr etmiş gibi, kâfirdir [Allaha düşmandır].
Kabr azâbı ve kabrin sıkması vardır. Buna inanmayan kâfir olmaz. Bid’at sâhibi olur. Çünki, meşhûr olan hadîslere inanmamış olur. [Bunlar, bu hadîslerin, doğru hadîs olmasında şübhe etdikleri için, kabr azâbına inanmıyor. Hadîs olduklarını kabûl etselerdi, inanırlardı. Bundan dolayı, kâfir olmıyor, yalnız Ehl-i sünnetden ayrılmış oluyorlar. Hâlbuki, hadîs olsa da, olmasa da, kabr azâbına inanmam. Akl ve tecribe, bunu kabûl etmiyor, diyen kâfir olur. Şimdi böyle inanmıyanlar, kâfir oluyor.] Kabr, dünyâ ile âhıret arasında geçid olduğundan, kabr azâbı, dünyâ azâbları gibi geçicidir ve âhıret azâbları cinsindendir. Ya’nî, bir bakımdan dünyâ azâblarına, bir bakımdan da, âhıret azâblarına benzemekdedir. Kabr azâbı en çok, dünyâda üstüne idrâr sıçratanlara ve müslimânlar arasında söz taşıyanlara olacakdır. (Münker) ve (Nekîr)ismindeki iki melek kabrde süâl soracakdır. Bu süâle cevâb vermek, bir derddir. [Münker ve Nekîr, nasıl olduğu bilinmiyen demekdir. Cum’a nemâzı sonundaki yazıyı okuyunuz!]
Kıyâmet günü vardır. O gün, elbette gelecekdir. O gün, gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü ve dağlar, parça parça olacakdır ve yok olacaklardır. Kur’ân-ı kerîm, bunları haber veriyor ve müslimânların bütün fırkaları, buna inanıyor. Buna inanmıyan kâfir olur. Bir takım hayâlî şeylerle, inkârını güzel gösterse de, ilmi ve fenni araya katıp, câhilleri aldatsa da, yine kâfirdir. Kıyâmetde, bütün mahlûklar, yok olup, tekrâr yaratılacak, herkes mezârdan kalkacakdır. Allahü teâlâ çürümüş toz olmuş kemikleri yine diriltecekdir. O gün, terâzî kurulacak, herkesin hesâb defterleri uçarak, iyilere sağ taraflarından, fenâlara sol taraflarından gelecekdir. Cehennem üzerindeki sırât köprüsünden geçilecek, iyiler geçip Cennete gidecek, Cehennemlikler, Cehenneme düşecekdir. Bu bildirdiklerimiz, olmıyacak şeyler değildir. Muhbir-i sâdık “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdiğinden, hemen kabûl etmek, inanmak lâzımdır. Hayâle kapılarak şübheye düşmemelidir. Allahü teâlâ, Haşr sûresi yedinci âyetinde meâlen, (Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiklerini alınız!) ya’nî, her söylediğine inanınız! buyuruyor. Kıyâmet günü Allahü teâlânın izni ile, iyiler, kötülere şefâ’at edecek, araya gireceklerdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Şefâ’atim, ümmetimden, günâhı büyük olanlaradır) buyuruyor. Kâfirler, hesâbdan sonra, Cehenneme girecek, Cehennemde ve azâbda ebedî kalacaklardır. Mü’minler, Cennetde ve Cennet ni’metlerinde sonsuz kalacaklardır. Günâhı, sevâbından çok olan mü’minlerin, Cehenneme girip, günâhlarına karşılık, bir müddet azâb görmeleri câiz ise de, bunlar, Cehennemde sonsuz kalmıyacaklardır. Kalbinde zerre kadar îmân bulunan bir kimse, Cehennemde sonsuz kalmıyacak, rahmet-i ilâhiyyeye kavuşarak Cennete girecekdir.