O hâlde, Arabistânda bana bağlı olanları sevenler, benim için severler. Onlara düşmanlık edenler, bana düşmanlık etmiş olurlar) buyurulmuşdur. Bu hadîs-i şerîf, (Mevâhib-i ledünniyye)nin başında da yazılıdır.
5 — (Mevâhib-i ledünniyye)de ve Zerkânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” şerhinde diyor ki, (Abdüllah bin Abbâsın “radıyallahü anhümâ” bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Benim dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ, beni, tayyib, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayrlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu. İslâmiyyetden önce Arabistânda zinâ çok olurdu. Bir kadın, bir kimse ile nice zemân metres olarak yaşar, sonra evlenirdi. [Kâfirler, şimdi de böyle yapıyorlar.] Âdem aleyhisselâm, öleceği zemân, oğlu Şît aleyhisselâma dedi ki: (Yavrum! Bu alnında parlıyan nûr, son Peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bu nûru, mü’min, temiz ve afîf hanımlara teslîm et ve oğluna da böyle vasıyyet et!). Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasıyyet etdi. Hepsi, bu vasıyyeti yerine getirip, en asîl, en kibâr kız ile evlendi. Nûr, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek, sâhibine yetişdi). Allahü teâlâ, Tevbe sûresinde, kâfirlerin necs, pis olduğunu bildiriyor. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, bütün dedelerinin temiz olduğunu bildirdiğine göre, kâfir olan, pis olan Âzerin, bu nûra kavuşmaması, bunun için de İbrâhîm aleyhisselâmın babası olmaması lâzım gelir. Âzer, İbrâhîm aleyhisselâmın babasıdır demek, yukarıdaki hadîs-i şerîflere inanmamak olur. Molla Câmî “rahmetullahi teâlâ aleyh” fârisî (Şevâhid-ün-Nübüvve) kitâbında buyuruyor ki, (Muhammed aleyhisselâmın zerresini taşıdığı için, Âdem aleyhisselâmın alnında nûr parlıyordu. Bu zerre, hazret-i Havvâya ve ondan da, Şît aleyhisselâma ve böylece, temiz erkeklerden, temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçdi. O nûr da, zerre ile birlikde alınlardan, alınlara geçdi).
(Kısas-ı enbiyâ)da kırksekizinci sahîfede diyor ki, (Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yâhud bir kabîle iki kola ayrılsa, Hâtem-ül-Enbiyânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” soyu, en şerefli ve hayrlı olan tarafda bulunurdu. Her asrda, onun dedesi olan zât, yüzündeki nûrdan belli olurdu. İsmâ’îl aleyhisselâmın alnında da bu nûr vardı. Sabâh yıldızı gibi parlardı. Bu nûr, ona babasından kalmış, bundan da evlâdlarına geçerek, Me’add ve Nizâra gelmişdi.
Nizâr, az birşey demekdir. Böyle adlanması şöyle olmuşdur: Bu dünyâya gelince, babası Me’add, oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük ziyâfet vermiş ve böyle oğul için, bu kadar ziyâfet az birşeydir demekle, oğlunun adı Nizâr kalmışdı. Bu nûr, Muhammed aleyhisselâmın nûru idi. Âdem aleyhisselâmdan beri, evlâddan evlâda geçerek, asl sâhibi olan Hâtem-ül-Enbiyâ hazretlerine gelmişdir.
Böylece, Âdem oğulları içinde, Muhammed aleyhisselâmın nûrunu taşıyan, seçilmiş bir soy vardı ki, her asrda, bu soydan olan zâtın yüzü pek çok güzel ve parlak olurdu. Bu nûr ile, kardeşleri arasında belli olur, içinde bulunduğu kabîle, başka kabîlelerden dahâ üstün, dahâ şerefli olurdu).
6 — Şü’arâ sûresi, ikiyüzondokuzuncu âyetinde meâlen, (Sen, ya’nî Senin nûrun, hep secde edenlerden dolaşdırılıp, sana inkılâb etmiş, ulaşmışdır) buyuruldu. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bu âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken, (Bütün ana ve babalarının mü’min ve günâhsız olduğunu) anlamışlardır. (Eshâb-ı Kirâm) kitâbında bildirildiği gibi, Ehl-i sünnet büyüklerini şî’î sananlar, (Bunlar, şî’îlerin sözüdür) diyenler de vardır.
Ehl-i sünnetin büyükleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” buyuruyor ki: Babası Abdüllah ile anası Âmine, İbrâhîm “aleyhisselâm” dîninde idi. Ya’nî, mü’min idi. Allahü teâlânın, bu ikisini diriltip Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” kelime-i şehâdet işitmeleri ve söylemeleri, îmâna gelmek için değil, bu ümmetden olmakla şereflenmeleri içindi.