(Dört mezhebden başkasına uymak câiz değildir. Bu sözümüz, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin mezheblerini küçümsemek değildir. Çünki, Eshâb-ı kirâmın ve başkalarının mezheblerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhebleri de bilseydik, onlara uymamız da câiz olurdu. Çünki, hepsinin mezhebleri doğru idi. Dört mezheb, tam bilindiği ve kitâbları her yere yayılmış olduğu için, her müslimânın yalnız bunlardan birine uyması lâzımdır. Dört mezhebin kolaylıklarını araşdırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmağa (Telfîk-ı mezâhib) denir. Câiz değildir).
Mezheb imâmı demek, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Kur’ân-ı kerîmden çıkardığı ma’nâları, bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan işiterek toplayan, kitâba geçiren büyük âlim demekdir. Resûlullahın, Kur’ân-ı kerîmin hepsini Eshâbına tefsîr etdiğini, (Hadîka), dil âfetlerini anlatırken yazmakdadır. Resûlullahın Kur’ân-ı kerîme verdiği ma’nâları, açıklamalarını anlamak istiyen, bir mezheb imâmının kitâblarını okur, bunlara uyar. Bu kitâbları okuyup, bunlara uyan kimse, o mezhebden olur. Bu ise, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Kur’ân-ı kerîme uymak demekdir. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdiklerine uyardı. Kendi talebelerinden birine uymağa, ya’nî dört mezhebden birinde olmalarına lüzûm yokdu. Onların herbiri bütün bilgileri asl kaynağından alıyordu. Birbirlerine sorarak da öğreniyorlardı. Hepsi, mezheb imâmlarından dahâ çok âlim ve dahâ yüksek müctehid idiler. Mezheb sâhibi idiler.
Bir sahîfede, (İctihâdlar fikr ve kanâ’atdır. Elimizdeki kitâblar, mezheb kitâblarıdır, din kitâbı değildir. Türkiyede, türkce din kitâbı olmadığından, bu kitâbı yazdım) diyor. Kendini müctehid sanıyor. Ömer Rıza Doğrulun, bu kitâba bir önsöz yazarak, ballandıra ballandıra medh etdiğini gördük. Bu önsözde diyor ki: (Asrın ihtiyâclarını, kıyâs yolu ile dinden değil, medeniyyetin terakkî hamlelerinden beklemek gerekdir. Kıyâs, Kitâb ve sünnet ile alâkası olmıyan, dînin asl kaynaklarına dayanmıyan, fekat herşeyi dîne dayamak istiyen müctehidlerin îcâdıdır…) Bu sözleri, kendisinin de, ehl-i sünnet olmadığını, dîni, kıyâsı ve ictihâdı anlamamış olduğunu göstermekdedir. Din âlimlerine dil uzatanlar, bunların bilgilerine erişemiyenlerdir. (Redd-ül-muhtâr) birinci cild, üçyüzdoksanaltıncı sahîfede, (Dörtyüz [400] hicrî senesinden sonra kıyâs yapacak âlim yetişmedi) diyor. (Mîzân-ül-kübrâ)nın birinci cüz’, kırkikinci sahîfesinde, (Dört mezheb imâmından sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu söylemedi. Mezhebde müctehidler yetişdi. Evet, Kur’ân-ı kerîmdeki bilgiler, hükmler sonsuzdur. Fekat, kıyâmete kadar, bütün insanlara lâzım olacak ahkâmı, dört imâm anlamış, kitâblara yazılmışdır. Şimdi, bir kimse, Kitâbdan ve sünnetden ahkâm çıkarabilirim derse, dört mezhebden birinde bulunmıyan yeni bir hükm çıkarmasını isteriz. Bunu yapamaz!) diyor.
Bunlar (El-Besâir li-münkir-it-tevessül-i bi-ehl-il-mekâbir) ve (Et-Tevessülü bin Nebî ve bis-Sâlihîn) ve (Üsûl-ül-erbe’a) kitâblarında dahâ uzun yazılıdır. Bu üç kitâbı, (Hakîkat Kitâbevi) ofset yolu ile basdırmışdır. Birinci kitâbda, Muhammed bin Abdülvehhâbın (Keşf-üş-şübühât) kitâbından parçalar yazılarak, hepsine cevâblar verilmişdir. Bu kitâb arabîdir. (Et-Tevessülü bin Nebî) kitâbı, Ebû Hâmid bin Merzûkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” Şâmda basılmış olan (Berâet-ül-eş’ariyyîn) kitâbının kısaltılmışıdır.
Seyyid Ahmed Tahtâvînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesinin Zebâyıh kısmında diyor ki, (Bugün her müslimânın dört mezhebden birinde bulunması vâcibdir. Dört mezhebden birinde bulunmıyan kimse, (Ehl-i sünnet)den ayrılmış olur. Ehl-i sünnet olmıyan da sapık veyâ kâfir olur). Vehhâbîliği temelinden çürüten (El-Besâir) ve (El-müstened) ve (Seyfül-ebrâr) kitâbları da böyle yazıyor ve bunu (İhyâ-ül-ulûm)dan aldıklarını bildiriyor. Son iki kitâb da, Hindistânda yazılmış, (Hakîkat Kitâbevi) tarafından ikinci baskıları yapılmışdır.
Biz, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri anlayacak kadar bilgili değiliz.