(Bir kimse, kendisi yazıp yâhud bir kâtibe yazdırıp da, imzâlı yâhud mührlü olarak başkasına vermiş olduğu deyn senedi, üsûl ve âdete uygun olarak yazılmış ise, söylemesi gibi kıymetli olur. Senedin, kendisinin olduğunu söyleyip de, seneddeki borcu inkâr ederse, inkârı kabûl edilmez. Ödemesi lâzım olur).
1296 [m. 1879] târîhli icrâ kanununun otuzikinci [32] maddesinde, (Borcunu ödemek istemiyen borclunun malı olduğu, vesîka veyâ ihbâr ile anlaşılırsa, mahkeme, borcluyu habs eder veyâ hacz etdirir). Altmışbeşinci [65] maddesinde, (Satılan eşyâ ve mülk parasından, önce icrâ masrafları, sonra borc ödenir). Damga kanûnunun onüçüncü [13] maddesinde, (Makbûz senedleri için damga vergisini, pul harcını, parayı alan öder) diyor. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hâkim ve müftîlerin sened ve evrâk yazmak için ücret almalarının câiz olduğunu açıklamasından anlaşılıyor ki, ödünc verme, sened ve başka masraflarını, âdete göre ödünc veren ve alandan herhangi birinin ödemesi câizdir.
Ödünc istemek ancak lâzım olunca câiz olur. Lâzım olmak üç dürlüdür:
1 — Lüzûm-i îcâbî. Nafakası olmıyanın veyâ kazancı şübheli olanın, halâl nafaka almak için, ödünc istemesidir. Setr-i avret için çamaşır parası da böyledir.
2 — Lüzûm-i aklî. Evi olmıyan kimsenin, memleketin âdetine göre, kirâ veyâ satın almak için ödünc istemesidir. Soğukdan korunmak için, elbise parası da böyledir.
3 — Lüzûm-i istihsânî. Mevkı’i, vazîfesi sebebi ile, âdete uygun giyinmek için, ödünc istemekdir. Bu üç lüzûm için, fâizsiz ödünc istemek câiz olur. Yalnız bunlara ödünc verilir. Başkalarına, zâlimlere, fâsıklara ödünc verilmez. İhtiyâcı olana ödünc verilir. İhtiyâcı olmıyana, malını lüzûmsuz yerlere, harâma harc edene verilmez. Başkasına ödünc vererek, kendini sıkıntıya düşürmek doğru değildir. Nisâba mâlik olmıyan kimsenin, kurban kesmek için ödünc istemesi câiz değildir.
Çün ezelde, kün deyip ol perverdigâr,
bir bedîa halk edip, o kirdigâr.
Rûh deyû nâm eyledi, ol dilbere,
künhünü bildirmedi âcizlere.
Bu değildi, âlem-i halkdan, meğer,
âlem-i emr-i Hudâdır mu’teber.
Şöyle fermân eyledi, Rabb-i mu’în,
âmir ol nefse, ona uyma sakın!
Çünki rûh, emr-i Celîli dinledi,
ol mübârek, gör ki, oldem neyledi:
Tutdu fermân-ı Hudâyı, o latîf,
başladı seyr-ü sülûke, ol şerîf.
Aşk-ı Hakla, uçdu cevlân eyledi,
çok âlemler gördü, seyrân eyledi.
Buldu bir âlem ki, nâ mahdûd idi,
mâ verâ-i Arşa dek, memdûd idi.
Öyle vâsi’ ki, bulunmaz gâyeti,
şâmil olmuş, Arş-ü nâr-ü Cenneti.
Her hakâyık, orda etmişdi zuhûr,
cism-ü cismânî değildi, cümle nûr.