Hadîs-i şerîfde, (Zikr ederek, kalblerinin yükünü hafîfletenlerin yolunda olunuz!) buyuruldu. Bunun için, (Allaha, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, kalbin mahlûklara olan bağlantılarını kesmek, onu dünyâ zevklerine düşkün olmakdan kurtarmak lâzımdır. Kalbi kurtarmak için de, zikrden dahâ fâideli bir ilâc yokdur) demişlerdir). [Tesavvuf ehlinde meşhûr olan simâ’ ve raks iki nev’dir: Birincisi, kalbin ve nefsin fânî olmasından sonra, cemâl veyâ celâl sıfatlarının tecellîsinde hâsıl olur ki, bunda aklın ve nefsin müdâhalesi yokdur. Celâleddîn-i Rûmînin ve Sünbül Sinân efendinin zikr, simâ’ ve raksları böyle idi. Şâh-ı Nakşibend “rahmetullahi aleyh” (Biz, bunu inkâr etmeyiz) buyurdu. İkincisi, ba’zı câhil ve gâfil tarîkatcıların, noksan akllarına ve azgın nefslerine uyarak, bağırmaları ve zıplamalarıdır. (Biz, bunları yapmayız) buyurdu.]
Ra’d sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Biliniz ki kalbler, ancak Allahı zikr etmekle itmînâna kavuşur) buyuruldu. İtmînân, sükûn, râhat demekdir. Harf-i cerli olan zikr kelimesinin fi’lden evvel söylenmesi, hasrı ifâde eder. Ya’nî, itmînâna ancak, yalnız zikr ile kavuşulur denildi. Zikr, hâtırlamak demekdir. Allahü teâlâyı hâtırlamak, Onun ismini söylemekle veyâ çok sevdiği bir Velîsini görmekle olur. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Onlar görüldüğü vakt, Allah hâtırlanır) buyuruldu. İsmini işitirken, söylerken, başka şey düşünülebilir. Onu hâtırlamak şübheli olur. Onu devâmlı hâtırlamak için, hergün binlerce söylemek lâzım olur. Evliyâyı severek, inanarak görünce, muhakkak hâtırlanacağı müjdelendi. Görmek göz ile olduğu gibi, Velînin şeklini, sûretini, kalbine, hayâline getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hâtırlamağa sebeb olur. Böyle, kalb ile görmeğe (Râbıta) denir ki, kalbi, Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmekden, onları düşünmekden kurtaran vâsıtadır. Yukarıdaki âyet-i kerîmede ve hadîs-i şerîfde bildirilen temiz kalbe, ihlâsa kavuşduran yoldur. Evet, islâmiyyete yapışmak, ya’nî emrleri yapmak ve harâmlardan sakınmak, insanı Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşdurur ise de, bunları ihlâs ile yapmak şartdır. Hem islâmiyyete uymalı, hem de, ihlâs elde etmelidir.]
Yine sözümüze dönelim! Bu üçünün, ya’nî tarîkat, hakîkat ve islâmiyyetin dışında başka şey de vardır ve bunun yanında, o üçünün hiç kıymeti yokdur. Hakîkat mertebesinde, (İllallah) deyince hâsıl olan şey, bunun bir görünüşü, [hayâlidir] ve bu, o görünenlerin, hakîkati, aslıdır. Nitekim, önce herkesde, islâmiyyetin sûreti vardır. Tarîkat ve hakîkat hâsıl oldukdan sonra bu sûretin hakîkati hâsıl olur. İyi düşünmeli, öyle bir hakîkat ki, onun sûreti [görünüşü] hakîkat oluyor ve başlangıcı vilâyet oluyor. Bu hakîkat, kelime ile anlatılabilir mi? Eğer anlatılabilmiş olsa, kim ve ne anlıyabilir? Bu hakîkat, ancak ülül’azm [din sâhibi Peygamberler içinden, altı dâne, en büyükleri] Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât vettehıyyât velberekât” pek az, hem de pek çok az bulunan vârislerine ihsân olunan bir hakîkatdir. Ülül’azm Peygamberler az olunca, bunların vârisleri dahâ az olur.
Süâl: Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, bu hakîkate kavuşan ârif, islâmiyyetden dışarı çıkmakdadır. Çünki, islâmiyyetin üstüne yükselmişdir.
Cevâb: Ahkâm-ı islâmiyye, zâhirin [görünen uzvların] yapacağı ibâdetlerdir. Bu hakîkat ise, bu dünyâda bâtına [kalbe ve rûha] nasîb olmakdadır. Zâhir, her zemân, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmağa mecbûrdur. Bâtın da, o hakîkatin işleri ile meşgûl olur. Bu dünyâda, amel, ibâdet lâzımdır. Bu amellerin, bâtına çok yardımı vardır. Ya’nî, bâtının ilerlemesi, zâhirin ahkâm-ı islâmiyyeye uymasına bağlıdır. O hâlde, bu dünyâda, her zemân, zâhir de, bâtın da ahkâm-ı islâmiyyeye muhtâcdır. Zâhirin işi, islâmiyyete uymak, bâtının işi de, islâmiyyetin meyvelerini, fâidelerini toplamakdır. İslâmiyyet, bütün kemâlâtın kaynağı, bütün makâmların temelidir. İslâmiyyetin, fâide, meyve vermesi, bu dünyâya mahsûs değildir. Âhıretin kemâlâtı ve sonsuz ni’metleri de, islâmiyyetin netîceleri, meyveleridir. Görülüyor ki, islâmiyyet öyle bir (Şecere-i tayyibe) [mubârek ağaç]dir ki, onun meyveleri ile, bütün âlem, dünyâda da, âhıretde de fâidelenmekdedir.