Sekri çok olanın, sözlerindeki uygunsuzluk da çok olur. Bâyezîd-i Bistâmînin sekri çok olduğundan, (Benim bayrağım, Muhammed aleyhisselâmın bayrağından dahâ yüksekdir) demişdir. Sahv hâlinde olanlarda, sekr hiç bulunmaz sanmamalıdır. Sekrsiz olan sahv, noksânlıkdır. Hâlis, karışıksız sahv, avâmda bulunur. Sahv hâline kıymet verenler, sahvın çok olduğu hâli demişlerdir. Sekr bulunmıyan sahvı demek istememişlerdir. Sekre kıymet verenler de, sekrin dahâ çok bulunduğu hâli söylemişlerdir. Çünki, sahv karışmamış olan hâlis sekr, âfetdir, felâketdir. Cüneyd-i Bağdâdî “kuddise sirruh”, sahv sâhiblerinin reîsi olduğu hâlde ve sahv sekrden dahâ kıymetlidir dediği hâlde, sekr karışık olan o kadar sözleri vardır ki, saymakla bitmez. (Bilen de Odur. Bilinen de Odur) ve (Suyun rengi, içinde bulunduğu kabın rengidir) ve (Hâdis, kadîme yaklaşınca, eseri, izi kalmaz) sözlerini o söylemişdir. (Avârif) kitâbının sâhibi [Şihâbüddîn-i Sühreverdî], sahv sâhiblerinin üstünlerinden iken kitâbında sekr karışık o kadar çok ma’rifetler vardır ki, sayılmakla bitmez. Bu fakîr [ya’nî İmâm-ı Rabbânî hazretleri], onun sekr karışık ma’rifetlerinden birkaçını toplamışdım. Evliyânın gizli ma’rifetleri açığa vurmaları, hep sekr karışık hâllerinde olmuşdur. Övünmeleri, üstünlük göstermeleri de, hep sekrdendir. Kendisinin başkasından dahâ kıymetli olduğunu bildirmeleri, hep sekrden ileri gelmekdedir. Hâlis sahv hâlinde, esrârı meydâna çıkarmak, bu yolda küfr sayılır. Kendini başkasından üstün bilmek de, şirk olur. Sahv hâlinde biraz sekr bulunması, yemeğe lezzet vermek için tuz karışdırmağa benzer. Tuzsuz ta’âm, tadsız olur. Kimse beğenmez. Fârisî beyt tercemesi:
Eğer aşk olmasaydı, aşk derdi olmasaydı,
Bu kadar tatlı sözü, kim söyler, kim duyardı!
Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh” hazretlerinin, (iki ayağım, Evliyânın hepsinin boyunları üzerindedir) sözünü sekr hâlinde söylemiş olduğunu, (Avârif) kitâbının sâhibi “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” bildiriyor. Böyle bildirmesi, bu sözün kusûr olduğunu anlatmak için değildir. Onu övmek içindir. Çünki bildiğini söylemişdir. Övünmeği, üstünlüğü bildiren böyle sözler, ancak sekr karışık hâllerde söylenir. Hiç sekr bulunmıyan sahv hâlinde böyle konuşamazlar. Bu fakîr [ya’nî imâm-ı Rabbânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”], bütün yazılarımda, bu tâife-i aliyyenin ilmlerini, esrârını açıklamakdayım. Bütün bunların tam sahv hâlinde yazılmış oldukları hâtır-ı şerîfinize gelmesin! Hiç öyle değildir. Çünki, bunları açıklamak, bu yolda harâmdır ve çirkindir ve gevezelik olur. Çok kimseler vardır ki, hiç sekr karışmamış sahv hâlinde, çok konuşurlar. Bunlar, niçin böyle esrâr söylemezler? İnsanları hayrete düşürmezler? Fârisî beyt tercemesi:
Hâfızın feryâdı boşuna değildir,
Sözlerinde şaşılacak çok şey vardır!
Efendim, esrârı ortaya dökmek olan böyle sözler, herkesin anladığı ma’nâ ile söylenmiş değildirler. Bu yolun büyükleri “kaddesallahü teâlâ esrârehüm”, her zemân böyle şeyler söylediler. Bunları söylemek, bu büyüklerin âdeti olmuşdur. Bu fakîrin ortaya çıkardığı bir yenilik değildir. (Bu, islâmda ilk kırılan şişe değildir) sözünü burada tekrârlamak yerinde olur. O hâlde, bu gürültüler, bu sataşmalar niçindir? Eğer islâmiyyete uygun görünmiyen bir söz varsa, ufak bir yardımda bulunarak, ona islâmiyyete uygun ma’nâ verilebilir. Böylece, bir müslimâna kötü gözle bakmakdan kurtulmak lâzım olur. Kötü işleri yaymak ve fâsıkın yüz karasını ortaya koymak, dînimizde harâmdır ve çirkin bir işdir. Bir zan ile, bir şübhe ile, bir müslimâna kötü damgası basmak uygun mudur? Yer yer dolaşıp, onu sapık olarak yaymağa çalışmak bir din adamına yakışır mı? Müslimân olan ve müslimânları seven bir kimse, bir insandan islâmiyyete uygun görünmeyen bir söz işitince, bu söyliyeni incelemelidir. Söz sâhibi, sapık ve zındık ise, buna cevâb vermeli, doğrusunu söylemeli, sözüne iyi ma’nâ aramamalıdır.