Bundan sonra evvelkinden dahâ büyük bir irâde ve kudret-i ilâhiyye zâhir olur. Sonra meâlen, (Ben azîmüşşân, Melik-ü deyyânım [Ya’nî kıyâmet gününün tek hâkimi ve sâhibiyim]. Benim verdiğim rızkı yiyip de, bana ortak koşanlar ve benden gayrı, putlara ibâdet edenler nerededirler? Benim verdiğim rızk ile kuvvetlenip de âsî olan cebbâr ve zâlimler nerededirler? Kibrlenen ve öğünenler nerededirler? Şimdi mülk kimindir?) buyurur. Buna cevâb verecek kimse bulunmaz. Hak sübhânehu ve teâlâ, murâd etdiği bir zemân kadar bekler, sessizlik olur ki, o zemân, Arş-ı a’lâdan makâm-ı ehâdiyyete kadar düşünen ve görünen bir canlı yokdur. Zîrâ cenâb-ı Hak, hûrî ve gılmânın da Cennetlerinde rûhlarını kabz etmişdir.
Bundan sonra Allahü teâlâ, Cehennem derekelerinden, çukurlarından olan Sakardan bir kapı açar. Oradan ateş fışkırır. İşte bu ateş, her şeyi yakdığı gibi, ondört denizi kurutup, yeryüzünü kapkara eder ve gökleri sarı zeytinyağı yâhud erimiş bakır gibi bir hâle koyar. Sonra, ateşin şiddeti göklere yakın olduğu vakt, Allahü teâlâ öyle bir dehşet ile men’ eder ki, temâmen söner. Ateşden hiç eser kalmaz.
Bundan sonra, Allahü teâlâ, Arş-ı a’lânın hazînelerinden birini açar. Onda hayât denizi vardır. Bu deniz, Allahü teâlânın emri ile yer üzerine şiddetli yağmur yağdırır. Yağmur, o derece devâm eder ki, yeryüzünü kaplayıp, kırk arşın kadar yukarı yükselir. O zemân, toprak olmuş olan insanlar ve hayvanlar, ot gibi biterler. Zîrâ, hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (İnsan kuyruk sokumu kemiğinden yaratılmışdır. Sonra yine ondan yaratılacakdır). Diğer bir hadîs-i şerîfde, (Kişinin her yeri mahv olup çürür. Lâkin, kuyruk sokumu kemiği çürümez. İnsan ondan çıkmışdı. Yine ondan iâde olunur) buyuruldu. [Bu kuyruk sokumu kemiği omurganın son kemiğidir.] Nohud kadar bir kemikdir ki, içinde iliği olmaz.
Canlılar ve bütün parçaları, mezârlarında yeşil ot gibi biter. Her biri o kemikden neş’et ederler. Ba’zısı ba’zısına girmiş ağ örgüsü gibi dolanmış olur ki, birinin başı diğerinin omuzunda, öbürünün eli, diğerinin sırtında olarak insanın çokluğundan böyle girift olurlar. Allahü teâlâ Kaf sûresinin dördüncü âyetinde meâlen, (Hakîkaten biz biliriz ki, arz onlardan birini noksân etmez. Zîrâ, bizim indimizde mahfûz kitâb vardır. Ya’nî biz yaratdıklarımızın hepsini biliriz) buyurur.
Bu dirilmek hâli temâm olunca, hesâb üzere, sabî, yine sabîdir. İhtiyâr, yine ihtiyârdır. Olgun yaşda olanlar, yine öyledir.