MUKADDİME
Nebî ve Mürsel [Resûl] kelimelerinin ma’nâları ve bunlara bağlı şeylerin açıklanması hakkındadır.
Resûl, kendisine Allahü teâlâ tarafından vahy yolu ile yeni bir din gönderilen Peygamberdir. Bu din ile Allahü teâlâya nasıl ibâdet edileceğini bildiren, her asrda gelen Peygamberlere Nebî denir. Peygamberliğini bildirdikden sonra, îmân etmiyenlerle cihâd etmesi emr olunan Peygamberlere “Ülül’azm” denir. [Âdem, Nûh, İbrâhîm, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed Mustafâ aleyhissalâtü vesselâm ülül’azm Peygamberlerdir.] Nitekim, Peygamberimize “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Peygamberliğinin bildirildiği ilk zemânlarda; (Senin vazîfen ancak emrleri teblîgdir!)buyruldu. Bir zemânda da [Kehf sûresi 29.cu âyetinde meâlen], (Ey Resûlüm! De ki, Kur’ân-ı kerîm Rabbinizden gelen bir hakdır. Artık dileyen îmân etsin, dileyen kâfir olsun! Çünki biz, zâlimler için öyle bir ateş hâzırladık ki, onun kalın dıvârları kendilerini kuşatmışdır) buyuruldu. Fekat, son zemânlarında teblîg şekli değişdi. Ve Allahü teâlâ [Tevbe sûresi 36.cı âyetinde meâlen], (… Onlar ile toptan harb edin!..) ve [Bekara sûresi 191.ci âyetinde meâlen], (O kâfirleri nerede bulursanız öldürünüz!)buyurdu.
Mu’cize; Peygamberliğini bildiren bir Peygamberden, hiç kimsenin i’tirâz edemediği, âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiyye içinde meydâna gelen âdet dışı hâdiselerdir. Evliyânın kerâmetleri ve kâfirlerin istidrâcları, mu’cize ta’rifinin dışındadır. Zîrâ; Evliyâ; Nübüvvet da’vâsında bulunmaz. Dalâlet ehlinden, her ne kadar nübüvvet da’vâsında bulunanlar düşünülebilse de, Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi şöyledir ki, onlar hârikul’âde işler yapmak istedikleri sırada, bu şeyler onlardan meydâna gelmez. Gelse bile bunlara karşı çıkan ve iddiâlarının aksini söyliyen bulunur. Bu da onların da’vâlarının aslsız olduğunu gösterir.