İlâhî, bu ne gönül sırrıdır ki, akllar onu bilmekde bulanıkdır. İlâhî, se’âdet ve şekâvet alın yazısıdır. O hâlde iyi ameline de güvenmemelidir [Onun afv ve magfiretine güvenmelidir]. İlâhî, çünki, yazılmış ise, silinmiş yokdur. O hâlde Senin inâyetin dışında birşey bulmuş olan yokdur. İlâhî, bu ne güzellikdir ki, bu güzelliği anlatmakda bir za’îf karınca [benim gibi âciz bir kimse] söz sâhibi oluyor. İlâhî, bu ne haşmet ve celâldir ki, akl onu anladığını söylemekde dilsizdir. Ba’zen hükmünün sırrı, örümcek ağını perde yapar. Ba’zen azametin sivrisineğin iğnesini zülfikâr yapar.
[HİLYE-İ SE’ÂDET
Eshâbına nasîhatdan sonra,
Fahr-i âlem dedi, benden sonra,
Hilye-i pâkimi, görse biri,
olur o, yüzümü görmüş gibi.
Gördükde, hubbu hâsıl olsa,
ya’nî, hüsnüme âşık olsa.
Beni görmeği etse arzû,
kalbi, sevgimle olsa dolu.
Cehennem olur, ona harâm,
Rabbim, Cenneti eder ikrâm.
Dahî, haşretmez çıplak, ânı Hak,
olur gufrânına, Hakkın mülhak.
Denildi ki, hilye-i Resûli,
severek yazsa, birinin eli,
Eder Hak, onu korkudan emîn,
belâ ile dolsa, rûy-i zemîn.
Hastalık görmez, dünyâda teni,
ağrı çekmez hiç, bütün bedeni.